Fotoğraf: Serkan Kılıç - Röportaj: Ceren Türkmen
Geçtiğimiz aylarda Yekta Kopan, Ankara'ya geldi. Ankara'ya geleceğini bilmezken, ben zaten kendisine mail atmış, röportaj talebimi belirtmiştim. Bu teklifime olumlu bakmış ve geldikten sonra konuşmak üzere sözleşmiştik. Ben büyük bir heyecanla CerModern'e gittim. CerModern Ankara'da sevdiğim yerler arasında en üst sıralarda yer alıyor. Beni Ankara dışında hissttirdiği için mutlu olduğum bir mekân.
CerEdebiyat söyleşileri kapsamında Ankara'ya gelen Ankaralı yazar, sunucu ve seslendirmen Yekta Kopan benim ricamı kırmadı ve sorduğum sorulara cevap verdi. Onu Gündüz-Gece programından tanımış, şimdiye kadar yalnız 2 kitabını okumuştum. Elbette ki Buz Devri'nde seslendirdiği Sid karakterini de unutmak münkün değildi. Kültür-Sanat aşığı bir insan olarak onun programlarını hep merakla izlemişimdir. Yazdığı yazılar hep ilgimi çekmiştir. Kitapları da hikayeleri de oldukça naif ve içten. Yekta Kopan ile geçmişi, yazar kişiliği ve başarıları hakkında konuştum...
Öncelikle
Ankara’nın sizdeki yeri ve önemini sormak istiyorum?
Beni ben yapan bir şehirdir, Ankara. Seslendirmeye
TRT Ankara Radyosunda başladım. 26 yaşına kadar Ankara’da yaşadım, hatta
askerliğimi de Ankara’da yaptım, Ankara benim için uzun yürüyüşlerin, uzun
düşünüşlerin, uzun süreli dostlukların, sessizliklerin bir yandan da tüm
bunların içinde yanı sıra kendini geliştirmenin şehridir. Çocukluğumu
Küçükesat’ta geçirdim, Çankaya’nın özellikle Tunalı civarının bende önemi
büyük. Ve nereye gidersem hep yürüyerek giderdim, Ankara’da yürüdüğüm kadar
başka hiçbir yerde yürümemişimdir. Kendi benliğimi geliştirdiğim ve
oluşturduğum bir şehir Ankara. Bir insanın ergenliğini geçirdiği, hayatının en
önemli adımlarını attığı yıllar o insanın oluştuğu yıllardır, ben de oluştuğum
yıllarda Ankara’daydım ve dolayısıyla ben de önemli katkısı vardır.
Babanız
tiyatrocu Lütfü Kopan, fakat siz seslendirmeyi tercih ettiniz…
Tiyatro ailecek içinde olduğumuz bir
sanat dalıydı. Ben tiyatroyu çok severim, tiyatronun içinde olmayı çok severim
ama yazarlık, çok erken yaşta kendini belirlemiş bir hayat tanımıydı benim için
o nedenle tiyatro alanının içinde olmak istemedim. Seslendirmeye ablamın(Yeşim
Kopan) yönlendirmesiyle başladım. Ben 4 yaşındayım ablam 7 yaş büyüktü benden
ve TRT’de ufak tefek seslendirmeler yapıyordu, bir gün gerçekten çocuk olan
birinin seslendirme yapmasını istemişler, o da beni önermiş ve gelip beni apar
topar götürdü. Çok kısa bir repliğim vardı ama ben çok heyecanlıydım. Ondan
sonra 6 yaşından itibaren(1978) tam olarak seslendirmeye başlamış oldum.
Sizce
ülkemizde seslendirmenin yeterince değeri biliniyor mu? Herkes yapabilir mi?
Hayır, tabi ki… Ama herkes her işi
yapamaz ki. Seslendirme; sanat bilgisi gerektiren, sanatsal verilerin
sindirilmiş olmasını gerektiren, teknik zanaat bilgisini de bütün bunlarla aynı
potada eritmeyi bilmeyi gerektiren bir iş. Dolayısıyla seslendirme
sanatçılarının değeri elbette ki bilinmiyor çünkü her şeyden önce bir meslek
tanımı, yıllar içinde net bir şekilde yapılamadığı için telifleri bile
korunmuyor. Seslendirme deyince genel algı hiç bizim istediğimiz boyutta değil.
Değer biçimimiz ancak; o bunu seslendirdi, bu bunu konuşturdu, ay ne kadar
güzel, ne kadar heyecan verici vs şeklinde. Bunu diyen hiç kimse, seslendirme
sanatçısının telif haklarını, özlük haklarını önemsemez. Elbette sıkıntıları
var, ama seslendirme sadece bir iş.
Türkiye’de
ismi kültür sanat ile bütünleşen isimler arasındasınız. Türkiye’yi “kültür
sanat” açısından değerlendirebilirseniz neler söyleyebilirsiniz?
Ülke nüfusunun büyümesi ve özellikle genç
nüfusun ülke içinde önemli bir yer edinmiş olması, bununla birlikte ülkede
sermaye hareketlerinin çoğalması kültür merkezlerinde iyileşmelerin olmasını
sağladı. Bununla birlikte bu merkezlerin giderek sayısının artıyor olması Türkiye’de
kültür sanat alanını da önemli bir derecede etkilemiş olduğunu düşünüyorum.
Fakat bunun yanı sıra düşünsel bir daralma, düşüncenin gelişimine izin vermeyen
siyasi bir coğrafya ve aynı zamanda popülerliğe çok çabuk kapılan ve bu nedenle
kendini yenileyemeyen bir coğrafya da söz konusu. Olumlu çok şey var evet, ama
ne yazık ki bu konuda benim kuracağım cümleler olumsuz yönde olacak. Çok iyi
üreticileri, sanatçıları olmasına rağmen bu sanatçıların kendini rahat, üretken
ve huzurlu hissedebileceği alanların daralması kültür sanatın şu anda
sıkıştırılmış ve bastırılmış bir atmosferde yaşamasına sebep oluyor. Oysa
kültür sanat bizim hayatımız, yarınımız…
Yazar
kimliğiniz tam olarak ne zaman oluştu?
Okuma ve yazmayla tanıştığım zamandan
beri ben hem okuyorum hem de yazıyorum. Yazmaktan daha değerlisi iyi bir okur
olma çabası içinde oldum hep, ergenlikle birlikte yazmaya başlamış, çocukluktan
beri yazan bir insanım. Kitap yayınlatmak uzun bir yolculuk… Ve bu uzun
yolculuğun kaçınılmaz sonu çünkü 14-15 yaşında yazmaya başlayan biri elbet bir
gün onları yayınlatmak isteyecektir. Küçük yaşımdan beri yazdıklarımı bir
yerlerde yayınlatma içerisinde oldum hep, sonuçta bir gün tüm bunları
kitaplaştırmayı istiyordum, bu amaç için çalıştım ve en nihayetinde kitaplarım
yayınlandı.
Sizi
edebiyata yönlendiren yazarlar vardır elbette, kimleri okursunuz?
Beni çok etkileyen yazarlar vardır.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Refik Halit Karay’ın öyküleri beni çok
etkilemiştir. Haldun Taner ve Aziz Nesin zaman zaman çeşitli eserleri ile çok
etkilemiştir. Halit Cansever, Cemal Süreyya ve Turgut Uyar’ın şiirleri
gerçekten de hala da beni zaman zaman dönüp okuduğumda birçok yönü ile bana
hayatın kapılarını açan yazarlar, şairlerdir. Orhan Pamuk’un romanları benim
için her zaman çok özel olacaktır, çok etkisi vardır üzerimde.
Benim için önemli olan kimi okuduğumdan
çok “okuma” eylemini gerçekleştirmek ve iyi bir okur olmaktır. Okumak çok
değerli bir şey benim için. Bildiğim bulduğum, ayaküstü bile olsa rastladığım
her kitabı, hikâyeyi okudum şimdiye kadar. Şu ana kadar beni geliştirmiş,
değiştirmiş, dönüştürmüş birçok yazar olduğu gibi daha da önemlisi beni çok
etkilemiş -kitaplar- vardır. Ne mutlu ki bana şu ana kadar yazığım kitapların
çoğunda bu yazarlara ve bu eserlere kimi zaman alıntılarla kimi zaman öykü
içinde onları dâhil ederek kendime bir referans vermeyi başardım. Dolayısıyla
beni okuyan insanların da beni hangi yazarlar coğrafyasında yetiştiğimi
bildiklerini düşünüyorum.
Yazma
aşamasında nelerden esinlenir, ilham alırsınız?
İlham denen şeye inanmam, sadece
çalışmaya inanırım. Tabi ki hiçbir şey bir anda aklıma gelmiyor, ama tabi ki
bir anda hiçbir şey ortaya çıkamaz. Yazmak bir ömür demektir, yaşadığın
olaylardan etkilenir hiç tahmin etmediğin bir konu bir anda aklına gelir ve
yazmaya başlarsın. O karakterler, öykü ve zihnindeki düşüncelerin hepsi bir
ömrü temsil eder. Yazma aşamasında sürekli notlar alırım, bir konunun üzerine
düşünürüm, başka şeylerle onu ilişkilendiren bir çalışma sistemine sahibim.
Hiçbir kitabım bir anlık bir fikirle ya da ilhamla oluşmaz.
Sinema
sektörünü de yakından takip ediyorsunuz… Neler düşünüyorsunuz Türk sinemasının
gelişimi hakkında?
Ben bir sinema yazarı ya da eleştirmeni
asla değilim ama iyi bir izleyiciyim. Yazar olarak elbette benim de
düşüncelerim var bu konu hakkında, Türkiye’de sinemanın üretimi konusunda
değerli bir hareket olduğunu ama bu hareketin sektörün oluşması ve sektörün fazla
sayıda seyirciyle buluşmasında sıkıntı olduğunu biliyorum. Ama bu sıkıntılar
daha demin söylediğim Türkiye’deki kültür sanat atmosferinden kaynaklanıyor.
Yani sinema ile ilgili kurduğum cümleler, kültür sanatın içinde olan her başlık
için geçerli. Bütün alanların üreticilerinin sanatçılarının yaratıcı ve
nitelikli olduğuna inanıyor ve fakat koşulların bu derece nitelikli olmadığını
düşünüyorum.
Yazar
olmak isteyenlere neler öneririsiniz?
Okusunlar, bol bol okusunlar, önce iyi
bir okur olsunlar, yazarlık zaten bunun kaçınılmaz sonucudur.
Yazmak
sizin için ne ifade ediyor?
Yazmak benim “Hayatım”.
Yorumlar
Yorum Gönder