Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sen Hangi Kadınsın; Lilith mi, Havva mı?

Bugün çok naif bir öykü ile tanıştırıldım.  Daha doğrusu iki kadın tanıdım: Lilith ve Havva.  İnanışa göre Adem'in Havva'dan önceki eşiymiş Lilith. Görünüş olarak Havva gibiyse de daha asiymiş. Adem'in üstün olma isteğini, buyurganlığını pek hazmedemezmiş. Deliler gibi aşık olsa da hükmedilmeyi hazmedememiş, terk etmiş Adem'i ve atılmış Cennet'ten. Rivayet bu ya, Adem o kadar üzülmüş ki, Tanrı, Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratmış. Aynı Lilith gibi görünür ama huyu suyu hiç benzemezmiş. Adem başlarda mutlu gibi görünse de Lilith'in boşluğunun dolmadığını acı içinde hissetmiş. Lilith onun aşık olduğu kadındır. Adem'in boyunduruğu altına giren, itaatkar Havva'ya aynı duyguları besleyememiş.  Böyle başlarmış Kadınla erkeğin binlerce yıl sürecek çekişmesi. Belki de bu yüzdendir, erkeklerin söz geçiremedikleri kadınlara aşık olması. İtaat eden kadınların eksik tarafı bundandır. Havva'ları onları evde bekler, içten içe Lilith'i
En son yayınlar

Kuğulu Parkın Büyü'sü

Her Ankaralı'nın yolu geçmiştir buradan. Her Çankaya bebesinin uğrak yeridir. Bir soluk alma, bir ritüel, en sevilen yoldur Ankara'da Kuğulu'ya çıkan yollar. Aşıkların ilk kaçış noktası... idi. Artık o masum aşklardan eser kalmasa da Kuğulu Park dimdik ayakta. Olsunda... Bugün bir kez daha ayaklarım beni götürdü Kuğulu Park'a. Ruhum boşa çıktığında ya da canım her sıkkın olduğunda uğramak çok ama çok iyi geliyor. Karnını değil, ruhunu doyurmak isteyenlerin vazgeçemediği yer. Çocukluğum... Ben o parkın çocuklarındanım. Ankara'yı sevmemin tek sebebi belki de Kuğulu Park'tır. Bir tek orada nefes alış-verişlerim normalleşiyor. Çünkü çocukluğumu, babaannem'i hatırlatıyor. Bir gizli kutu var bende de 'Aşk tesadüfleri sever'deki gibi. Sanki her gidişimde o kutuyu açıyorum. Onu her açtığımda da kokusu geliyor hatırların. En hüzünlü şarkılar çalmaya başlıyor sanki. Hani seni neeeerden nereye götüren, içini sımsıcacık yapan hatırlar geçiyor

Bir ‘var’ olma hikayesi; Gezi Direnişi 3.yılında

Sokaktayım,  gece leylâk ve tomurcuk kokuyor, yaralı bir şahin olmuş yüreğim,  uy anam anam,    Haziran’da ölmek zor! Üç sene önce bugünlerde olmuştu her şey... Tarih babanın asla unutmayacağı bu olay; bir uyanıştı yaşadıklarımız. Mayıs 2013’tü ve bu bir patlama noktasıydı. Bu bir partinin ya da farklı bir ideolojinin ürünü değil, bu bir pasif direnişti. Gezi Parkı Direnişinin 3. yılında; o günlerde yaşananları, yaşadıklarımızı hatırlayalım istedim.. Unutursak kalbimiz kurusun… Kuğulu Park -Ankara Haziran 2012’de zamanın Başbakanı’nın Topçu Kışlasından; bahsetmesiyle başladı bu mevzu. 4 Ekim 2012 tarihinde Gezi Parkı'nın yıkılması için ilk çalışmalar başlatıldı. 2012 yılının Kasım ayında, başta Taksim Dayanışması üyeleri olmak üzere birçok kişi ve kuruluş Gezi Parkı'nın yıkılmasına karşı Taksim'de nöbet tutmaya hazırlandı. 2 Mart 2013 tarihinde Taksim Dayanışması grubu üyeleri parkın yıkımına karşı Taksim metro istasyonu çıkışında imza kampanyası düzenledi. Y

İyi misiniz? İyi olmayınız!

Annem, bana hep iyi bir insan olmamı öğütledi: “Aman kızım, iyi bir insan ol”, “Aman kızım, sana taş atana sen ekmek at”, aman kızım, aman kızım’la başlayan cümleler silsilesi... İyi huylu olmam, insanlar hakkında hiçbir zaman ‘kötü’ düşünmemem için sık sık uyarıldım. ‘İyi’ bir kız çocuğu olarak yetiştirildim. Olması gerektiği gibiydi her şey aslında, her anne bunları öğütler. Lakin insanlar hakkında ‘kötü düşünme’ dediğinde kötü insanların varlığından bahsetmedi annem. ‘Senin iyi niyetini suiistimal edenler de olacaktır, gerektiğinde kendini korumayı bil’ demedi. Her ne yaşta olursa olsun insanlar acımasızdır. Senin onlara verdiğin önemi sana vermeyebilirler, seninle dalga geçip kalbini kırarlar, demedi hiç kimse. Böylece ufacık bir lafla köşesine çekilip saatlerce ağlayan bir kız çocuğu çıkmıştı ortaya. Kendini ifade edemeyen, tepkisini ancak bu şekilde gösteren, hep kendini hırpalayan... O günden sonra yapılan haksızlıklar karşısında susmayı tercih ettim hep. “İyi” bir i

Şu büyümek, ağır çekim bir intihar değil miydi?

Bir sene daha geçti gitti baksana. Hayatının bir parçasını daha çaldılar, sen hiçbir şey yapamadın, yapamazdın. Geriye dönüş yok öyle, sadece ‘Geleceğe Dönüş’ var, o da film zaten. Neyse konumuz gelecek değil geçmiş. Konumuz, artık gördüğün her küçük çocuğun senden daha ilgi çekici olması, o küçük veledin -ah canım başına neler gelecek senin - sana ‘abla’ veyahut ‘teyze’ başta olmak suretiyle taktığı klişe isimlerle seslenmesi...  Aile tarafından atılan ‘sorumluluk’ nutukları – örn; evi otel gibi kullanamazsın - , her orta yaş üzeri toplantılarda bitmeyen ‘eee ne zaman evlendiriyoruz seni’ muhabbeti… Hepsine şöyle cici cici bakıp ‘ inş cnm yaa’ demek istiyorum lakin bunu demekle bitmiyor. Bak gitti işte özgürlük. Hani büyüyünce özgürdük! ‘Özgürlük’ nedir bilmezken ben çok mutluydum. Büyüyüp ‘özgürlüğümüzü istiyoruz’ diyenlere gülümserdim öncelerde, gülünce başıma bi iş gelecekti elbette. Aklıselim bir şekilde düşününce çaktım köfteyi; büyüyene kadarmış ‘özgürlük’ . Re

An’da Kal!

Mesela şirin bir kafe'desiniz. Daha doğrusu kafe'den içeri giriyorsun. Şimdi benimle hayal et ve an’da kal sevgili okuyucu. Kafasına göre bir an yaşama hasretiyle yanıp tutuşanlar, var mısınız yolculuğa? Hadi bakalım… Kafe eski püskü ama şirin mi şirin, sanki Fransa’nın arka sokaklarında kıyıda köşede kalmış bir kitapkafe. İçeri girdiğinde kapının sesiyle irkiliyor insanlar. Çok fazla değil, 3-5 kişi var sadece. Canın kahve çekmiş, biraz kitap biraz keyif, tek derdin. Biraz da seviyorsun gözlemlemeyi etrafı, insanları...  Geldiğin saat, bu amaç için oldukça saçma ama ‘idare eder’ diye düşünüp kendine bir köşe beğeniyorsun. Eski püskü bir sedir dikkatini çekiyor, üzerinde biraz kedi tüyü var, tiksinmezsin nasılsa gidip oturursun. O anda bir kedi olmayı hayal ettiğini biliyorum, zaten hava buğulu biraz yağdı yağacak. Sanki üzerinde bir ağırlık var, uyanmak için geldin ama vücudun devrilme hevesi içinde. Kıvrılıp yatman insanların seni deli sanmasına yol açabileceği

#DirenDoğa

Ben Ankara'da doğdum büyüdüm, babam dolayısıyla kimliğimde kütükte Konya Akşehir yazsa da herkese; "Anne tarafından Rize Çamlıhemşinliyim" demeyi tercih ediyorum. Nihayetinde bir doğduğun yer vardır bir de ruhunu doyurduğun yer. Ben çocukluğumdan sonra ilk defa 2005'te gittim Köy'üme. Yeşile bürünmüş Rize şehrinin altında gizli kalmış bulutlar ülkesi gibi, Çamlıhemşin. O gün bugündür gitmek için bir türlü fırsat bulamadım ne yazık ki. Köyümüz sakinleri yaz aylarında yaylara çıkar, hayvanlarını otlatır, ürünlerini yeniler ve yaz sıcağından bir nebze olsun kaçmak ister. Yayla yolları oldukça meşakkatli ama bir o kadar da keyifli. Yukarıya doğru yol alırken hem yeşile hem maviye hayranlığınızın giderek arttığını hissedersiniz. Bulutlar bu yolculuğunuza eşlik eder. Sanki düşseniz sizi tutacak gibidirler... Köyümüze Dokunma, Doğamıza Dokunma, Şimdilerde Çamlıhemşinli hemşerilerimiz "doğal" olanı, yaşam alanlarını, yollarını, ekinlerini, tabiatlar