Ana içeriğe atla

Bir ‘var’ olma hikayesi; Gezi Direnişi 3.yılında


Sokaktayım, 
gece leylâk ve tomurcuk kokuyor,
yaralı bir şahin olmuş yüreğim, uy anam anam,  
Haziran’da ölmek zor!

Üç sene önce bugünlerde olmuştu her şey... Tarih babanın asla unutmayacağı bu olay; bir uyanıştı yaşadıklarımız. Mayıs 2013’tü ve bu bir patlama noktasıydı. Bu bir partinin ya da farklı bir ideolojinin ürünü değil, bu bir pasif direnişti. Gezi Parkı Direnişinin 3. yılında; o günlerde yaşananları, yaşadıklarımızı hatırlayalım istedim.. Unutursak kalbimiz kurusun…



Kuğulu Park -Ankara



Haziran 2012’de zamanın Başbakanı’nın Topçu Kışlasından; bahsetmesiyle başladı bu mevzu. 4 Ekim 2012 tarihinde Gezi Parkı'nın yıkılması için ilk çalışmalar başlatıldı. 2012 yılının Kasım ayında, başta Taksim Dayanışması üyeleri olmak üzere birçok kişi ve kuruluş Gezi Parkı'nın yıkılmasına karşı Taksim'de nöbet tutmaya hazırlandı. 2 Mart 2013 tarihinde Taksim Dayanışması grubu üyeleri parkın yıkımına karşı Taksim metro istasyonu çıkışında imza kampanyası düzenledi.

Yapılması planlanan kışladan vazgeçmeyen hükümete sesini duyurmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarına; hükümetin, insanların özel hayatlarına yönelik izlediği yanlış(!) politikalar da eklenince halkın tepkisi giderek büyümeye başladı. 27 Mayıs 2013’te iş makineleri Gezi Parkı’na getirildi, 28 Mayıs’ta HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in kendini makinelerin önüne atmasıyla fitil ateşlendi.

 


Ve beklenen sonuç: 27 Mayıs 2013’te yepyeni bir güne uyandı Türkiye. Sosyal medya hiç bu kadar hızlı örgütlenme görmemişti. 31 Mayıs 2013’te İstanbul’da Gezi Parkında; Ankara’da Tunalı’da, İzmir’de, Adana’da, Bursa’da, Samsun’da, Sivas’ta, Antalya’da… Ülkenin her yerinde protestolar için gençler bir araya gelmeye başladı.

Mesele 3-5 ağaç değildi azizim: Şunda bir anlaşalım; asıl meseleyi anlamayanlara tekrar ve sabırla açıklayalım; bu tepki sağ-sol meselesi değildi, 3’ün 5’in hesabı da değildi, bu bir öfke patlamasıydı, sabır taşmasıydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; önce ‘3 çocuk’ istedi, sonra kürtaj’ı ‘cinayet’ olarak değerlendirerek insanın ve kadının ‘sancılı’ haklarına müdahale etti.  Yetmedi, alkol düzenlemesi ortaya atıldı. 10’dan sonra içki satılmayacaktı, reklamı yapılmayacaktı. Halkın giydiğine, yediğine içtiğine bir de üstüne yatak odasına karışınca, işler de karıştı haliyle. Zat-ı muhterem(!), dur durak bilmiyordu. 





BU DİRENİŞ BİR HARİKA DOSTUM!

Ve biz, 1 Haziran 2013’te Ankara Atatürk Bulvarı’nda yüzlerce/milyonlarca insanla aynı kaderi paylaştık, aynı amaca bağlandık, aynı öfkeyle bağırdık. Birbirini tanımayan insanlardık, kendi derdimizi unuttuk, yanımızdakini düşündük. Göz yaşartıcı bombadan kaçmaca, tazyikli sudan korunmaca oynayıp(!); yaşaran gözlerimize limondan daha etkili karışımlar yaptık; doktor da olduk, hemşire de. Sadece Taksim’de değil, Hatay’da, Eskişehir’de, Bursa’da Adana’da; doğuda batıda Türkiye’nin her yerindeydik. İnsanlar, bir parti mensubu olmadan ‘en yalın’ halleriyle oradaydı. 2 gün içinde biter nasılsa denen protestolar, gündüz slogan, gece ise ‘tencere-tava’ havası eşliğinde neredeyse 1 ay kadar devam etti. Kırk yıllık Kızılay’ımız, GAZılay; Tunalı’mız TOMA’lı; Güvenpark ise DÖVENpark oldu. Ankara’nın kalbi Tunalı Kuğulu Park’ta atıyordu o dönem. Gencinden yaşlısına, Beşiktaşlı-Fenerbahçeli-Galatasaraylısına, zengininden fakirine herkes ama herkes birlik içindeydi. Bu bir halk çığlığıydı.







CAN’larımızı Yaktılar!
Her şeye, tüm -dış mihraklara rağmen- ötekileşmedik biz yine. Bizi ötekileştirenler, öfkelerini üzerimize akıtanlardı. Polise ‘vur’ emri verenlerdi. Ama anlamadılar biz onlarla 'vurulduk' yüreklerimizden... 


Çizen: Faruk Tunç


O ilk günlerde Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük’ün ölümü ile yandı ciğerimiz, sonra 2 Haziran’a ağır yaralanıp Temmuz’a kadar dayanan 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz bıraktı mücadeleyi. 15 Haziran 2013'te de polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu komaya giren 14 yaşındaki Berkin Elvan, 15 yaşına bastığı günlerde 11 Mart 2014'te hayatını kaybetti. İyice küçüldük, un ufacık kaldık.

Küçük istatistikler:

O günlerde; Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) yaptığı açıklamaya göre 12 Haziran itibari ile olaylar esnasında tazyikli su, kısa mesafeli biber gazı atışları ve plastik kurşunlardan dolayı 7.478 kişi yaralanmış. Ayrıca bütün bu olaylar sırasında; kafa travmasına uğrayan 91, göz yaşartıcı bomba yüzünden gözünü kaybeden 10 kişi mevcutmuş. Olayların olduğu günlerde 7 polis intihar ettiği yönündeki iddialar elbette ki gerekli merciler tarafından yalanlanmış.

 





Orantısız ‘ZEKA’ var ayol!
Türkiye'nin bir kısmı o günlerde orantısız güce, orantısız zeka ile karşılık verdi. Bu olaylarda canlarımızı yitirdik, haklarımızı yitirdik belki çok gaz çok da tazyikli suya maruz kaldık ama ‘iyi ki’ dediğimiz çok şey oldu;

*Taş atana, kitapla karşılık verildi.
*‘Baş belası’ twitter’da düşünürken güldüren, güldürürken yine güldüren mesajlar yayıldıJ Kim ne derse desin, Twitter ve facebook’un önemi bir kez daha ortaya çıktı.
*Cnn kanalı Türkiye’deki olayların –canlı- olarak yayınlarken Cnntürk’te penguenler belgeseli döndürülüyordu, bu sayede alternatif haber alma yolları geliştirdik, gerçek gündemi halk tv ve gostream ile canlı canlı izlenme imkanı bulduk.
*Kimin dost, kimin düşman olduğunu öğrenmiş olduk. Tencereyi tavayı özgürlüğümüze kurban ederken kapı komşumuzun bizi şikayet ettiğini öğrendik.
*İstanbul ve Ankara’da direniş kütüphaneleri açıldı, herkes kitap alıp okudu, bir ekmeği 5-10 kişi bölüştü. Yemekler düzenlendi, korolar şarkılar söyledi. Bir olmanın, birlikte olmanın keyfine varıldı.
*Din, dil, ırk ayrımına da cinsiyet ayrımcılığına da karşı çıkıldı. Gay, lezbiyen ve trans bireylerin de ‘insan’ olduklarını bir kez daha hatırladık. 
*X kuşağı açısından yaşanan 2. bir devrim; Y kuşağı açısından ise bir varoluşa tanıklık etme duygusu.



Gezi’den bu yana neler değişti, derseniz:
O günün üstünden 3 yıl geçti. Hala hayatımıza karışıyorlar, hatta bombalar patlıyor dört bir yanda. Paranoyak olduk toplumca. Neyse ki Gezi Parkı bütün haşmetiyle yerli yerinde. Ağaçlar, yeşil yeşil. Gölgesinde soluklanıyor insanlar. Taksim’e sırf o parkı görmeye gidiyor yabancı turistler. Ve yine geliyor işte yaz. Yine açtı leylaklar. Yine işten çıkmışız, yorgunuz. Ama bugün olsa, yine yaparız…






Yazı ve 
Fotoğraflar: Ceren'T


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sanat’ta Ortak Buluşma Noktası; Caffe Dante

Küçük zaman diliminde büyük keşifler yapma zamanı mı dersiniz?  Konya'ya yolunuz düştü diyelim, hadi gelin bir mekanı keşfe çıkarayım sizi, Konya için oldukça sıradışı bir Cafe... Dante'nin düşünceleriyle, Alfred'in sözleriyle, Mevlana'nın izinde ...   Bundan sonra her ay bir mekânı sayfalarıma taşımak, ortamın havasını koklayıp size aktarmak için kollarımı sıvadım. Bu ay Konya’da bir Sanat/Kitap Cafe’yi; Konya’nın en meşhur muhiti Zafer Caddesi’nde yer alan Caffe Dante’yi mercek altına aldım. İnceminare Sokak’ta bir apartmandan içeri giriyorum, merdivene doğru yönelirken duvarlara yazılarla, şiirlerle bezenmiş parşömenlerin iliştirildiğini görüyorum. Merakla inceleyerek, Caffe Dante’nin kapısından içeri meyil ediyorum. Daha girmeden bu diyalog karşılıyor beni: -Acıma… Klopski öfkeyle sertçe haykırdı:  -Acıma yok! Ya sevgi yüzünden ya da sevgi uğruna savaşırken ezilip gideceğiz. Hangisi olursa olsun, mahvolmak bizim yazgımız. (Maks

İpek Çeken: “Oyunculuk, Sağlam Bir Karakter Gerektirir"

    Ankara Devlet Tiyatrolarında sahnelenene "Macbeth" oyunundan bir kare. Değerli tiyatro oyuncusu, 'Ferhunde Hanımlar'ın Nevzat'ı olarak tanıdığımız İpek Çeken, Ankara’nın yetiştirdiği başarılı oyuncular arasında yer alıyor. Babası Nuri Çeken’in tüm engellemelerine rağmen girdiği konservatuar seçmelerini kazanan, devlet konservatuarını birincilikle bitiren Çeken, oyunculuk hayatı boyunca birbirinden güzel ve başarılı birçok oyunda yerini almıştır. “ İyi bir oyuncu olmak, iyi ve sağlam bir karakter gerektirir” diyen başarılı oyuncunun her sözü ise ders niteliğinde. İşte keyifli sohbet sonrasında yazıya aktardıklarım... Keyifle okuyunuz :) Çok klişe olacak ama ben bu soruyu sormak istiyorum, neden oyuncu olmak istediniz? Benim babam Nuri Çeken, Devlet Opera ve Balesi Başkemancısıydı ve benim oyuncu olmamı hiç istemedi. Benim öğretmen olmam için elinden geleni yaptı. Ben Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümünü kaz