Ankara Devlet Tiyatrolarında sahnelenene "Macbeth" oyunundan bir kare.
Değerli tiyatro oyuncusu, 'Ferhunde Hanımlar'ın Nevzat'ı
olarak tanıdığımız İpek Çeken, Ankara’nın yetiştirdiği başarılı oyuncular
arasında yer alıyor. Babası Nuri Çeken’in tüm engellemelerine rağmen girdiği
konservatuar seçmelerini kazanan, devlet konservatuarını birincilikle bitiren
Çeken, oyunculuk hayatı boyunca birbirinden güzel ve başarılı birçok oyunda yerini
almıştır. “İyi bir
oyuncu olmak, iyi ve sağlam bir karakter gerektirir” diyen başarılı oyuncunun
her sözü ise ders niteliğinde. İşte keyifli sohbet sonrasında yazıya aktardıklarım... Keyifle okuyunuz :)
Çok klişe olacak
ama ben bu soruyu sormak istiyorum, neden oyuncu olmak istediniz?
Benim
babam Nuri Çeken, Devlet Opera ve Balesi Başkemancısıydı ve benim oyuncu olmamı
hiç istemedi. Benim öğretmen olmam için elinden geleni yaptı. Ben Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümünü kazandım, ama mutlu değilim. Kan
çekiyor illaki. O zamanlarda oyuncu olmak için ne yapılması gerektiğini
bilmiyorum, konservatuara nasıl girilir, seçmelerde ne yapılır hiçbir fikrim
yok. Fakat gözümü kararttım ve babamın dahi haberi olmadan, Hacettepe
Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü sınavına girdim. Karşımda
Cüneyt Gökçer’in bulunduğu bir kurul. Ben dedim ki, ne yapacağımı bilmiyorum,
bu sene bana ne yapmam konusunda bir yol göstermiş olun, seneye en iyi şekilde
hazırlanıp tekrar geleyim. Elime Romeo ve Juliet oyununun bir tiradını
verdiler. Bunu ezberle yarın tekrar gel, dediler. Ezberim iyidir, ertesi gün
ezberleyip tekrar çıktım karşılarına ve onların dediği gibi içimden geldiği
gibi oynadım tiradı. Sonra bugün sizin sorduğunuz gibi Cüneyt Gökçer de sordu
bana, neden oyuncu olmak istediğimi. Benim cevabım ise, "sahnede yalan
söylemeyi iyi becerebilen biri, iyi bir oyuncu olabilir" idi. Böylece konservatuarı
birincilikle kazandım, hatta bölümden de birincilikle mezun oldum.
“İyi bir oyuncu olmak, iyi ve sağlam bir karakter, sağlık, fizik gerektirir”
“Ferhunde Hanımlar”
Türk dizi sektörünün de önemli yapımlarından biri. Sizi herkes o dizinin bir
karakteri olan “Nevzat” rolüyle tanıdı. Siz o günden bugüne dizi sektörünün
gelişimi değerlendirecek olursanız neler söyleyebilirsiniz?
“Ferhunde
Hanımlar” yayın hayatına skeç olarak başlamış, sonrasında dizileştirilmiş bir
yapımdı. O dönem için çok profesyonel bir iş olmasına rağmen, biz samimiydik. Tiyatro
oyuncuları olarak bizler, sahne harici bir yerde, kamera karşısında nasıl davranmamız
gerektiğini o dizi ile öğrendik ve bizden sonra gelenlere bu işi öğretmekte
öncü olduk. Şimdi iyi diziler ne yazık ki hak ettiği değeri göremeden bitiyor
ya da "güzelliği" veya "yakışıklılığı" ile ön plana çıkan,
erkek veya kadın oyuncuların, yeteneğine bakılmaksızın yayınlanmaya devam
ediyor. İyiler yok mu, elbette var, ama çok az. Bu durum maalesef dizi
sektörünün ne seviyede olduğunu gösteren önemli bir kıstas.
O dönemde sizinle
birlikte oynayan oyuncular; Melek Baykal, Güven Hokna, Tamer Karadağlı, Hatice
Aslan… Neredeyse hemen hemen hepsi İstanbul’da yollarına devam etti. Siz neden
Ankara’da kalmayı tercih ettiniz?
Çünkü
ben sadece bir evim, bir ailem ve bir düzenim olsun istedim. İstanbul’daki dizi
sektörüyle Ankara’daki dizi sektörü arasında ciddi bir fark olduğunu gördüm ve
gitmek istemedim. Günlük dizi işini en iyi Ankara’nın yaptığını biliyor
musunuz? İstanbul’da denendi bu iş, ama başarılamadı. Ben İstanbul’un karmaşasına
dahil olmak istemedim. Giden bütün arkadaşlarımla görüşüyorum. Herkesin yolu
açık olsun, ama ben Ankara’nın oturaklı yapısını İstanbul’un popülaritesine
değişmem.
İyi
bir oyuncu olmak, iyi ve sağlam bir karakter, sağlık, fizik gerektirir. Biz
meslek icabı birden fazla karakterin içine giriyoruz ama bundan çıkmasını da
biliyoruz, bilmemiz gerekir. “Rolüme girdim çıkamıyorum” gibi bir şey söz
konusu değildir.
Bir süre değişim
programıyla Amerika’ya misafir oldunuz orada neler gözlemlediniz, Türkiye ile
bir kıyaslama yapabilir misiniz?
Amerika’ya
ben tiyatroları ve festivalleri gözlemlemek üzere gittim ama ben orada
insanları da gözlemledim. Amerikalılarda her türlü olanak var, fakat onlar ruh
ve duygu yoksunu. Yoksa Amerika’daki olanaklar bizde olsa ortaya ne oyunlar
çıkar bir bilseniz. Bizde de, ruh var ama olanak yok. Çok yazık.
Ankara DT’de
yönetici olarak da görev aldınız, şimdi size sormak isterim, bu TÜSAK neler
getirecek, neler götürecek?
Şöyle
ifade edeyim, Devlet Tiyatrolarında oyunlar belli bir prosedür dahilinde çıkar.
Oyunun okunması, seçilmesi, yönetmenin
seçilmesi, dramaturglara danışılması, oyuncuların, dekorun ve kostümlerin
belirlenmesi… Ama önemli olan tüm bunların, bu işin ehli kişiler tarafından
yapılması gerekliliğinin TÜSAK ile yok edilmek istenmesidir. TÜSAK ile
birlikte, yılların getirdiği tecrübe ile elde edilen deneyim çöpe atılacak ve
kurumun başında her kim varsa tüm bu yetkiler onun iki dudağının arasına
bakacak. O kişi ya da kurul, istediği oyuna onay verecek, istemediğini kapısından
bile geçirmeyecek. Yani kısacası sanat siyasete alet edilecek, atanmış
kişilerden oluşan TÜSAK kurulları tarafından. Çıkacak oyunları ise sizin hayal
gücünüze bırakıyorum. TÜSAK’ın bana göre tek bir olumlu getirisi olabilir.
DT’deki bütün oyuncular sene içinde oyunu olsa da olmasa da aynı parayı alıyor.
Bu kısmının gözden geçirilerek düzenlenmesi ile ancak olumlu bir destek
bulabilir, ama bu da TÜSAK’ı aklamıyor. Bir düzenleme olacaksa şayet, bu konu
ele alınır, ama DT yine yoluna devam etmelidir.
Eş durumundan siz
de sağlık sektörünün içindesiniz…
Yok,
hayır sadece eş durumundan değil, ben bir şekilde hep sağlık sektörüyle iç içe
oldum. Lisede de en çok biyoloji dersinde başarılı olurdum. Bizim Evin Halleri
dizisinden sonra bir süre boşluğum oldu, birkaç kanaldan bana sağlık programı
teklifi geldi. Çünkü kanallar, düzgün Türkçe konuşanın yanında doktorla
konuşabilecek bilgi ve donanıma sahip sunucuları tercih ediyorlar. Doktorlar
Latince konuşuyor, hastayken daha çok hasta oluyorsun. Ben onların bir kısmını günlük
yaşayan Türkçe’ye çevirebiliyordum. Çok sağlık programı sundum, sunabilirim
de. Dolayısıyla ben hep sağlık
sektörünün içindeydim. Oyuncu olmasaydım muhtemelen cerrah olurdum.
Bu yoğun temponun
içerisinde, sağlınıza nasıl dikkat ediyor, nasıl besleniyorsunuz?
Son
15 yıldır, hipotroidi tedavisi görüyorum. Şeker hastalığı riskim vardı,
ailemizde olduğu için hep onun kontrollerini oluyordum, fakat hamileliğimden
sonra aşırı derecede kilo aldım, birtakım belirtilerle kan tahlili yaptırdım ve
öğrendim ki Haşimato hastalığım var. Tek sıkıntım buydu, onun dışında büyük
sıkıntılarım olmadı. Sağlığım için yaptığım en iyi şey, bol su içmek. Uykuya
dikkat ederim, asla salça kullanmam yazın, domateslerimi kendim konservelerim.
Dizi veya oyun haricinde asla makyaj yapmam. Buzdolabıma çok önem veririm,
çünkü orası bana ait bir alan, yumurtalarımın üzerine bile tarih atarım. Benle
de yaşamak zor galiba, biraz domestik bir yapım var.
Kendinizi nasıl
motive edersiniz?
Gençken
çarşı dolaşmak, alışveriş yapmak beni rahatlatırdı. Ama şimdi dost sohbetleri beni
daha çok rahatlatıyor. TED mezunuyum, oradan 5-6 kişilik bir grubumuz var.
Galiba o günler terapi günlerimiz oluyor. Ayda 1 ya da 2 mutlaka buluşuruz, sohbet eder,
dertleşiriz. O grup hiç değişmedi. Evde kedim, çiçeklerim, bahçem, kızım, ve
kocam, zaten beni fazlaca motive etmekteler.
Kızınıza ne
öğütlüyorsunuz?
İnsan
olmasını, adam olmasını öğütlüyorum. Vücudunu hor kullanmamasını öğütlüyorum.
Güzellik anlamında, cinsel anlamda, her anlamda… Çünkü bu vücut bize en doğru
şekilde bakmak üzerine bahşedilmiş. Tuvaletlerde bile yazar ya “nasıl bulmak
istiyorsan öyle bırak” diye. Ruh da öyle. Beden de öyle...
Yorumlar
Yorum Gönder