İstanbul Halk Tiyatrosu geçtiğimiz sene 3 muhteşem
oyunuyla Ankara’ya geldi. Şinasi Sahnesini kiralayarak Ankaralıları 6 gün
boyunca sanata doyuran İstanbul Halk Tiyatrosu, ilk olarak, çok kısa zaman önce
sahnelenmeye başladıkları, senaryosunu Yıldıray Şahinler’in yazdığı ve
oynadığı, Erkan Can’ın muhteşem oyunculuğunu ortaya koyduğu “İhtiyar Balıkçı ve
Deniz” ile karşımıza çıktı.
Başarılı bir hikaye; büyüleyici bir dekor ve muhteşem oyunculuklarla
birleşince ortaya çıkan sanatın tadından yenmiyor gerçekten. Erkan Can’ı daha
önce hiç tiyatro sahnesinde izlemediğim için oyun öncesinde içimi mutluluk ve
heyecan silsilesinin kapladığını itiraf edeyim. Kendisini ilk defa “Mahallenin
Muhtarları” dizisinin “Temel”i olarak tanıdık ama “Gemide” filminin efsanevi
“Kaptan” rolüyle ben dahil herkesin kalbinde taht kurduğu kesin…
Usta oyuncuların önünde insan
heyecanlanıyor haliyle… Oyun Erkan Can’ın sesiyle “perde” diyor. Can, “usta” diyebileceğimiz
mertebeye erişse de asla tiyatrodan vazgeçmiyor, vazgeçeceğe de benzemiyor ve
inadına diyor ki; “tiyatrodur, iyidir”. Üç güzel
oyunuyla kalkıp Ankara’ya gelen İstanbul Halk Tiyatrosunun harika oyunu
‘İhtiyar Balıkçı ve Deniz’in iki başarılı oyuncusu Erkan Can ve Yıldıray
Şahinler ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
"Tiyatronun iyisi kötüsü olmaz. Tiyatro seyretmek iyidir. "
Ankara’ya
hoş geldiniz… Öncelikle duygularınızı ve Ankara hakkındaki düşüncelerinizi
öğrenmek isterim?
Erkan
Can:
Ankara’nın seyircisi mükemmel ve gerçek bir tiyatro seyircisi, o tiyatro
geleneğini kaybetmemiş güzel bir izleyici kitlesi, takipçisi var. Tabi ki Ankara’nın
Başkent olmasının bunda önemli etkisi var. Bir de Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü burada ve ona bağlı birçok sahne mevcut. Ondan önce AST(Ankara Sanat
Tiyatrosu) vardı ki hala var, Ankara Halk
Tiyatrosu var, bizim de tiyatromuzun adı İstanbul Halk Tiyatrosu. Biz bu
tiyatronun adını Ankara’dan Ercan Yücel’den aldık. Ankara’yı bu anlamda çok
seviyoruz.
Yıldıray
Şahinler:
Ben aslında Ankara’yı pek sevmezdim doğrusu. Ama son yıllarda her turneye
gelişimde daha çok seviyorum. Hem şehir hem insanı kendini yeniliyor hem de
gezi parkı olaylarında gördük ki bazı durumlarda daha çok umudun kesilmeye
başlandığı durumlarda Ankara, Ankaralığını gösteriyor. Eskiyle kıyasladığımızda
Ankara’nın tiyatroda kaybettiği kan geri geldi diyebiliriz. Biz kimseden hiçbir
yardım almadan yıllar sonra Ankara’ya 3 oyunla geldik. Koca bir hafta boyunca
devlet tiyatrosunun salonunu kiralayarak kendi başımıza hiçbir organizatörden,
hiçbir sponsordan destek almadan buraya gelme cesaretini gösterdik. Yıllarca
yapılmayan bir şeyi biz yaptık, olumlu bir dönüşü oldu, harika tepkiler aldık.
Artık Ankara’yı daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.
Araştırmalarıma
göre gerçekte böyle bir balıkçı varmış. “İhtiyar Balıkçı” rolüne neden Erkan
Can’ı uygun gördünüz? Yazım sürecinde neler yaşadınız?
Yıldıray
Şahinler:
Ben Erkan Can’ı seçmedim, o oyunu seçti. Yani böyle bir balıkçı oynamak
istediğini söyledi. Benim kafamda bir omurga oluştu. Fakat sonra Cem Davran –süper vizörümüz- dedi
ki: “Tam böyle bir balıkçı tanıyorum Eyüp’te bir teknenin içinde yaşayan”.
Emrah babaya götürdü bizi. Gözüme dev
gibi bir adam gibi göründü, kürek gibi
elleri vardı. Tekneden bir indi kısacık! Ama gerçekten kendisi tekne olmuş ve
diyor ki: “Ben karaya çıktığım zaman kara tutuyor beni.” Kış koşullarında dâhil
hep o teknede. Sonra bir baktım benim kafamdaki hikayeyle onun hikayeleri
birleşmeye başladı. Uzun geceler boyunca bize hikayeler anlattı, hatta öyle
şeyler oldu ki mesela, benim yazdığım bir hikayeyi anlattı. Şoke oldum. Oyundaki
bazı cümleler aynı onun ifade ettiği gibi, bir yazarlık yok. Sadece onların
kurgusal olarak yerleştirilmesini yaptım ve doğru işlevler almasını sağladım.
Ondan sonra da prova süreci başladı. Ben yazarken Erkan’ı çok iyi tanıdığım
için onun ağzına göre yazdım her şeyi. Bazen
Erkan değiştiriyor bazı şeyleri ama bu beni hiç rahatsız etmiyor.
Neden
bir balıkçının hikayesini anlatmak istediniz?
Y.Ş: Aslında oyunu
Erkan istedi benden. Daha doğrusu şöyle gelişti; mesleğini belli bir seviyeye
getiren, belli bir yaşa gelen olgun bir aktör olarak o kendi denizindeki
hikayesini anlatmak istedi seyirciye. Ben de galiba onu yazmak istedim.
Hepimizin içinde bir deniz var. Buradaki deniz tamamen metafor. Çünkü ben daha
çok kendi babalarımızı, bu memlekette çalışan insanın nasıl kullanılıp bir
kenara atıldığını, yeni dünya düzeninde mesleğe adanmışlığı anlatmak istedim. Var
olup olmadığından emin olmadığınız bir teknede, denizin içinde
kalakalıyorsunuz. Ve her şey için çok geç oluyor o zaman. Ben bunları anlatmak istedim.
Erkan
Can:
Tamamıyla bu konuda masa başında edilen bir sohbetin ardından Yıldıray’ın
kafasında şimşek çaktı. Beni aradı: “Bulduk baba” dedi. Sonra yazdım dedi ve
ben “Tamam” derim. İşte biz böyle karar verir atlarız denize. Yıldıray’ın da
dediği gibi herkesin kendi denizi vardır ve bu dekorla biz hala o denizde
yüzüyoruz. Sahnelerde tiyatro denizinde yüzüyoruz.
Dekor
muhteşem… Barış Dinçer’in yaptığı söylediniz. Hiç yerle temas edilmiyor, hep
teknenin içinde hareket ediliyor, bununla nasıl bir etki vermeye çalıştınız?
Burası bir tekne değil sadece, burası o
ihtiyar balıkçının evi aslında. Evi kafasında tekne oluyor, yeri geliyor küçük
bir kayık oluyor. Bunlar arasında gidip geliyor. Aklı gidip geliyor, bir evinde
bir de tekne de gibi davranıyor. O kadar alışmış ki, benimsemiş ki, onun dışına
adım atıp, dünyayla bağlantı kurmaya cesaret edemiyor.
Mesela
bir de izleyiciyi ters köşeye yatırıyorsunuz. Ben de aynı yanılgıya düştüm, ben
gençliği ile bir yüzleşme içinde sandım karakteri…
Y.Ş.: Biz de bunu
istedik zaten.
E.C.: Güzel güzel…
İstediklerimizi duyuyoruz.
Peki
sizin anlattığınız hikaye balıkçının hikayesiyle ne kadar örtüşüyor? Var mı
burası tam da onun anlattığı gibi, diyebileceğiniz bir sahne?
Y.Ş.:Tabi ki birebir
örtüşen de var, sadece biz de kalan hikayeleri de var, kurgulama da. Bize çok
hikaye anlattı, ne kadarı hayali, ne kadarı gerçek kestirmek zor, biz de esasen
ona çok takılmadık. Rudi diye bir arkadaşıyla paylaştığı bir anısı var, o
tamamen gerçek bir hikayeydi. Çok da eğlenceli oldu. O tamamen Emrah abinin bize anlattığı hikaye
oldu.
“Tiyatrodur, iyidir” diyerek başlıyorsunuz
oyuna, çok güzel bir nüanstı. Son dönemde tiyatronun çok mu üzerine gelindi
sizce?
Erkan
Can:
Tiyatronun iyisi kötüsü olmaz. Tiyatro seyretmek iyidir. Ülkede sanata karşı
bir savaş var, engellenmeye çalışılıyor. Buna karşı biz de tiyatro yapıyoruz.
Her şeye rağmen işimiz, mesleğimiz bu. Bunu her türlü şartta yapacağız. Engelliyorlar
diye kenara çekilip oturamayız. Evimize ekmeğimizi buradan götürüyoruz. O
yüzden “Tiyatrodur, iyidir.”
Yıldıray
Şahinler: Bakın
şu dekora, bakın burada oynayan oyunculara… Şu an devlet tiyatrosundayız, bu
dekor neden bir devlet tiyatrosunun dekoru olmasın ki. Özel tiyatro için Barış
Dinçer’in beraber hayal ettiğimiz, onun şahane tasarladığı bu dekor, çok pahalı
bir dekor. Bu spotları biz aldık. Bunları tamamen cebimizden yapmak zorunda
kaldık. Çünkü devlet bize yardımı kesti. Ama görüyoruz ki tiyatronun üzerindeki
baskı arttıkça halk özel tiyatroları daha çok sahipleniyor. Her geçen gün daha
iyi eserler, genç ve yetenekli yazarlar yetişiyor. Yüzlerce kişiye oynamasalar
da 50 kişiyi gerçek anlamda mutlu ediyorlar.
“Sanatçı”
aykırı bir kimlik olarak görülüyor neden?
Yıldıray
Şahinler:
Biz kim iktidar olursa olsun ona muhalif oluruz. Çünkü bizim işimiz bu, başka
türlü yapamayız. Herhangi bir partinin, bir oluşumun oyuncusu olamayız. Bu A
partisi, B partisi, C partisi olsa bile. Zaten sanatın doğasına aykırı. O
yüzden de tutucu, konservatif insanlar üretemiyorlar. Bence çok umut var ama
çok zorlaştırılıyor. Zorlaştırılmasa halk o güzelliği çok daha fazla
paylaşabilir. Biz hiçbir zümreyi, düşüncenin insanını, yaşam tarzını ayırt
etmeden tiyatro yapmayı hedefliyoruz.
Erkan
Can:
Sanat ortadan konuşur çünkü. Hiçbir partinin, hiçbir kuruluşun vs. yanında
değildir. Düşünce olarak belki destekleyebilir ama işini yaparken ortadan
konuşur. Eğer bir taraftan olursa o
zaman işin içine duygusallık girer, taraf tutarsın. O yüzden sanat hep ortadan
bakar, yorumunu seyirci yapar. Bir sorun var oraya bir odaklanın der, sanat.
Diğerinde ama arada kopukluklar olunca sadece söylediğinle kalabiliyorsun.
Çünkü her şey doğru işlese, güzel işlese bu mesajları seyrederden büyüklerimiz
bu sorunları düşünüp bir çözüm getirirler, getirmeliler.
İnsan neden oyuncu olur?
Yıldıray
Şahin:
Herkes bana göre oyuncudur ama oynamayı unutur ya da beceremeyebilir, yanlış
yollara sapabilir, kafası karışabilir ama sonuçta nedir oynamak; birincisi
kendimiz eğlenmeye çalışıyoruz başka bir hayatın içine girip denemek ve onun
içini daha iyi anlamak istiyoruz.
Erkan
Can:
“Bütün dünya bir tiyatro sahnesi ve bizler oyuncularız” diyor Shakespeare. Aynen
öyle oyunculuk nsanın içinde var. Başka bir meslekte de olsan hayat içerisinde
de oynuyorsun aslında. Hep oynuyoruz,ne kadarı gerçek ne kadarı değil bunun
farkına varmak gerekiyor. Biz vardığımızı zannediyoruz. Yukardan üçüncü göz
bakabiliyor oyuncu hatta dördüncü göz de olabiliyor. O yüzden böyle küçük
nüanslar var arada. Her şey oyunla başlıyor işte. Benim çocuğum var 8 yaşında,
çok taklit yeteneği var acaba tiyatroya mı yazdırsak diyor. Çocuk zaten oyuncu,
oyunla kuruyor her şeyini. İlerde ne olur bilemeyiz, ya devam eder ya da orayı
kapatır. İlerde yine açabilir eğer bir
tiyatro okula gitmek istiyorsa hakikaten buna meraklıysa o kapağını açıyor ve
oradan yürüyor.
Genelde
oynadığınız karakterler çok farklı. Özellikle mi bunu seçiyorsunuz?
E.C:Bir aktör, bir
oyuncu özellikle bunu seçmek ister kendini geliştirebilmek için. Sıkılır bir
süre sonra aynı şeyden. Çünkü içinde oynamak istediği bir sürü karakter var.
Acaba yapabilir miyim, durumu da vardır. Kendini sınamak da ister… Bu da bir
oyuncu için çok önemlidir. Aslında böyle olması gerekir.
Y.Ş:
Ben
oldum olası hep ortalama Türklerden farklı olduğu için belli şeyler bana
gelmeye başladı. Baştan itibaren öyle oldu bana. Ben de onu reddetmek istedim
hep. Mesela Gemide benim için o anlamda çok büyük bir şans oldu. Bir oyuncu her
şeyi oynar, oyuncu yumuşak bir malzeme gibidir; saçını boyarsın, kazırsın,
makyaj yaparsın o değişir. Sen onun oyunculuğuna inanıyor musun, inanmıyor
musun o önemlidir. Bir oyuncu ancak bu şekilde verimli ve inandırıcı olur.
ANKARALİFE DERGİSİ Mayıs'14 yayınlanmıştır. - Röp: Ceren Türkmen / Fotoğraflar: Utku Demirsoy
Yorumlar
Yorum Gönder